29 Şubat 2012 Çarşamba in , , , , , ,

Lizbon



İstanbul ve Roma gibi yeditepe üzerine kurulu Lizbon ülkenin tam merkezinde, en büyük, ekonomik olarak da ülkenin en gelişmiş şehridir. Gitmeden önce duyduklarım ve okuduklarımın etkisi ile İstanbul’a çok benzeyen bir şehir görmeyi beklerken, bu benzerlik benim için halen İstanbul-Budapeşte benzerliğinin önüne geçemedi.

Lizbon şehir merkezinin sembollerinden biri Elevador de Santa Justa’dır. Kalabalığın ortasında ayaklarınızı yerden keser ve şehri her açıdan uçsuz bucaksız görmenizi sağlar. Lizbon’u en kestirme gezmenin yolu ise şehir merkezi çevresinde yaklaşık 1 saat tam tur atmanızı sağlayan meşhur 28 numaralı tarihi tramvaydır. Atlantik Okyanusu ile tanışmanız yine bu yolculuk sırasında gerçekleşir. Tramvay gezisi dışında toplu taşıma kullanmadan sokakların arşınlanması tavsiye edilir. Toplu taşımaya en çok ihtiyaç duyulan an şehir merkezinden uzak yerleşim yerlerine ulaşılırken kullanılır. Bu yerlerinin başında hiç tartışmasız Sintra gelir. Sintra misafirlerini önce el değmemiş doğasıyla karşılar ve etkiler. Sintra daracık sokaklarında kaybolunası, şarapları teker teker tadılası, saatlerce oturup dostlarla muhabbet edebileceğiniz masalsı bir yer, bir nevi zaman tünelidir. Sintra’yı en özel kılan detaylardan birisi ise belki de görüp görebileceğiniz en şeker en renkli saraylardan biri olan Palácio da Pena’dır. Son olarak Sintra’ya gitmişken Avrupa’nın en batı noktasına yani Cabo da Roca’ya uğramadan ve buraya ayak bastığınıza dair verilen sertifikayı almadan dönmek olmaz :)

Bizim kaldığımız hostel tam merkezde Chiado’daydı. Böyle bir lokasyonda üstelik de temiz olan hostel için yaklaşık 23 Euro ödememiz aslında diğer birçok Avrupa başkentinde yaşayamayacağınız bir lükstür. Lizbon’da yaşamak hem ucuzdur hem kolay hem de çok renklidir. Chiado bölgesinde haftaiçi haftasonu farketmeksizin gençler ve eğlence sokaklara taşmış durumdadır. Masasız sandalyesiz sokaklarda elinde birası ile sokakları kaplayan insan toplulukları görmeye hazır olun.

Benim Lizbon’da en keyif aldığım an ise kırmızı şarap eşliğindeki Fado geceleriydi! Fado Portekizlerin halk müziğidir ve anavatanı Lizbon’un Alfama bölgesidir. 19.yüzyılda özellikle kadınların yaktıkları ağıtlardan günümüze kadar gelen fado hüznü, ölümü, aşkı, özlemi, mutluluğu hissettirir dinleyicisine. Ne dediğini anlamamak pek de bir sorun değildir aslında, dinlemeye başlandığı gibi himayesine alır sizi, tüylerinizi diken diken yapar anında. Fado’nun ülkenin en büyük kültürel değerlerinden biri olduğunu ve mucizevi boyutta insanları bütünleştirici etkisi olduğunu düşünüyorum. Dinleyen herkes bir an için aynı duyguları paylaşır. Fadoyu mutlaka yerel bir barda dinlemelisiniz, biz Tasca do Chico’ya gitmiştik. Böylelikle bir gece mimimum 10 farklı Lizbonlu’yu dinleme fırsatı bulabilirsiniz.Fado söylenirken tüm ışıklar kapanır ve ne kadar kalabalık olursa olsun mekanda çıt çıkmaz, söyleyen kişiler ise mekana gelirken belki de en güzel kıyafetlerini giyerler sanki fadoya ve dinleyiciye saygılarından, sonra bir yada iki fado söyleyip tüm halet-i ruhiyelerini paylaşıp giderler.

Şimdi benim yapacağım gibi : http://fizy.com/#s/1bj2t4