You Are At The Archives for Ocak 2011

28 Ocak 2011 Cuma in , , ,

Le Refuge


Günumüz Fransız sinemasının en önemli ve en populer yönetmenlerinden biri François Ozon. Sinemasında hiçbir zaman populist bir tutum izlememesine rağmen yaptığı işlerle , tüm çekingenliğiyle özellikle son dönemde dünya festivallerinin olmazsa olmaz yönetmenlerinden biri.

Filmlerinin senaryosunu da kendisinin yazması ile biliniyor. 2009 yapımı son filmi Le Refuge hariç. Filmlerinde kendi iç dünyasını aslında üstü kapalı anlattığını birçok röpörtajında da dile getiren yönetmenin birçok filminin ortak noktası ise yalınlığı. Filmlerinde genelde benzerlik gösteren çocuk, aşk, acı, veda, aile gibi konuları bir yönetmenden farklı olarak bana göre bir ruh bilimci olarak ele alıyor.


Son dönemde izlediğim bir çok filmden farklı olarak uzun süre gerçekliğinin etkisinden çıkamadığım, derinlikli, doğal ve bana göre yönetmenin en iyi filmi : Le Refuge




27 Ocak 2011 Perşembe in , , , ,

The Social Network


Oscar’lara sayılı gün kaldığının en büyük habercisi Altın Küre sinema ödülleri geçtiğimiz hafta sahiplerini buldular. Altın Küre’nin en büyük özelliklerinden birisi de şüphesiz ki müstakbel Oscar heykelciklerinin sahiplerinin Altın Küre ile de ödüllendirilmesidir. Yani bu başta en iyi film, en iyi yönetmen ve en iyi senaryo gibi heykelciklerden bir kısmı The Social Network’un mu olacaklar?

The Social Network bir David Fincher filmi. Filmografisi düşünüldüğünde büyük merak uyandıran yönetmenlerden biri, bir de konu Facebook gibi günümüz dünyasının en gozde sosyal mecralarından biri olunca heyecanlanmamak elde değildi.

Taa ki filmi izleyene kadar...

Başta Fight Club ya da Seven gibi filmlerin yaratıcısı bir beynin bu senaryoyu okuyup neye dayanarak kabul ettiğini anlamak mümkün değil ya da bu senaryoyu perdeye aktarırken sinematografik açıdan hiç bir değer katılmamasını hayretler içerisinde izlememek. Sonuç olarak oyunculukların hiçbir varlık göstermediği, Justin Timberlake unsurunu da kullanarak aslında hedef kitlesini ele veren, diyalogların peşi sıra klişelerle anlamsızca zenginleştirildiği, Mark’ı gerçeği yansıtmayacak kadar hızlı konuşturarak da seyircisini sarhoş eden hatta zaman zaman irrite eden bir film çıkmış ortaya.

Mark Zuckerberg’in hayatini herhangi farklı bir kaynaktan okunduğunda dahi çok daha fazla ilgi çekebilecekken film ucuz bir popüler kültür ürünü olmaktan öteye gidememesi ise hem film adına hem de bu işin altına imzasını atan David Fincher adına büyük bir başarısızlık gibi görünse de, hiç bir kült filmi ile ulaşmağı noktaya The Social Network ile ulaşması da ayrı bir konu.