26 Haziran 2010 Cumartesi in

Bitter Moon


Oscar: What happened to your dancing classes?
Mimi: Dancing must come from the heart..
Oscar: So?
Mimi: My heart is broken...

Baştan sona aşkı konu alsa da aşktan öte hislerle yoğunlaşan, yoğunlaşmamıza sebep olan sıra dışı bir film aslında. Aşkın yoğunluğunu özellikle cinsel çekimle vurgulayan yönetmen, bu cinselliği ise iki çocuğunun annesi olan Emmanuelle Seigner ile seyirciye aktarması da ayrı bir cesaret örneği.

Aşkın bıkkınlığa, nefrete, şiddete, acımasızlığa, acizliğe zaman zaman saçmalamalarına seyirci oluyoruz. Tüm bu duygularla örülen senaryonun merak eşiğinin düşük olması filmin akıcılığını ve farklılığı sayesinde türevlerinden ayrıldığını söyleyebiliriz.

Yönetmen koltuğunda Roman Polanski’nin oturması ise durumu biraz farklı kılmaktadır…

Yaklaşık 30 yıl önce 13 yaşındaki bir kız çocuğuna uyuşturucu kullanmaya zorlaması ve cinsel istismar sebebi ile Polanski kırmızı bülten ile yıllardır aranıyordu. Çözümü Fransa’ya sığınmakta bulan yönetmenin en verimli dönemi de yine bu dönem olmuştur: Bitter Moon, The Ninth Gate ve en iyi yönetmen Oscar’ını kaptığı Piyanist de bu kaçak döneminin filmlerindendir. Yönetmen 2009 yılında yakalanarak hala hayatını geçirdiği İsveç’de ev hapsine çarptırılmıştır.

Polanski’nin hayatı hep uçlarda geçmiştir. II.Dünya Savaşında henüz 10 yaşındayken Nazi askerlerinden kaçarak hayatını kurtarması, annesinin Auschwitz’de öldürülmesi, ilk eşinin cinayete kurban gitmesi ve hayatının yarısını geçirdiği illegal dönem. Bu sebeplerden olsa gerek Polanski’nin sağlıksız zihni.

Hal böyle olunca da Bitter Moon gibi bir filmde işlenenlerin de hayalgücü ya da yaratıcı düşünce gücünden öte sağlıksız zihninden geçen düşünceler ya da bilinçaltında yer alan karmaşalar sonucu oluşma düşüncesini güçlendiriyor. Polanski’nin filmlerinden olanların hayalgücünün ötesinde düşünceler ile şekillenme düşüncesi ise filmlerini bence zaman zaman irrite olmamıza sebep oluyor.

Meğer intikam gerçekten de soğuk yenen bir yemekmiş...