Kaslanmış bacaklarım Roma’nın mirası bana. Çünkü toplu taşıma araçlarının hiçbirinin kullanılması tavsiye edilmez bu koca şehirde. Sadece yürümek gerekir her sokakta birden karşına çıkma ihtimali olan tarihin kalıntılarını keşfedebilmek için. Bu yüzden ilk kez bir gezide ayaklarımın üzerine bastığımda acıdan gözümden yaş geldiğini biliyorum ve yine ilk kez bir gezide yürüken hızımı alamayıp haritanın dışına çıkarak yolumu kaybetmenin ne olduğunu. İşte bu sebeplerden dolayı belki de Roma benim en etkilendiğim, en gezilesi bulduğum Avrupa şehirlerden biridir . Hatta bence Avrupa ülke olsaydı, başkenti kesin Roma olurdu.
Aynı zamanda hayatımın bir kısmını geçirmeyi isteyebileceğim ender şehirlerden biri. Bu şekilde belki hayatımın geri kalanını pizza yiyerek geçirebilrim belki..
Dünya harikalarından biri olan Colosseum’u - ki içinde dışındaki ihtişamdan eser olmamasıyla büyük bir hayalkırıklığı olması gerçeğinin dışında - , dünyanın en büyük Katalik Klisesi olan St.Peter's Basilica’sı, Vatikan Şehri , şehre damgasını vurmuş Michelangelo ilahı, Spanish Stairs ve bölgesindeki dinamizmi , Pantheon’u , meydanları, rengarenk vespaları , hamur kokan sokakları , şehir merkezinde hiç bir fast food restaurant zincirinin girememesi gerçeği ve de zaman zaman kültürlerine olan aşırı bağlılıkları ile bir bütündür Roma şehri.
İnanışıma göre ne zaman ki bir şehir planlamakla , gezmekle bitmez, işte o noktada benim için o kadar kıymetlidir . Tekrar gitmek lazımdır Roma’ya. Beirut dinlenmelidir dar sokalarda. Şehirde en etkilendiğim yapı olan Trevi Fountain nam-I diğer Aşk Çeşmesi’ne bozuk parayı Roma’ya tekrar gelebilmek adına bu derece inanarak atmamda bunlardandır.
İçimden bir ses Roma’nın bir gün yine gezi planımda olacağını söyler, ne de olsa her yol Roma’ya çıkar..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder